26 Ağustos 2016 Cuma

Haksız Sebeple İşten Çıkarılan İşçinin Yapması Gerekenler

İşine son verilen işçinin Anayasa ve yasalardan kaynaklanan işe iade, tazminat gibi bir takım hakları doğmaktadır. Bu haklar yasa tarafından tanındığından işveren işçinin haklarını ortadan kaldıramaz.  Yasa hem işveren hem de işçileri bağlayıcıdır. Yani, işçinin ya da patronun sözü tek başına geçerli değildir.
Peki hakkı kendisine verilmeyen işçi ne yapmalıdır ?
  • Hakları kendisine verilmeyen işçi noterden tercihen avukatıyla birlikte işten çıkarıldığı günden itibaren en geç 2 iş günü içerisinde ihtarname çekmelidir.
  • İhtarname ile sonuç alamazsanız önünüzde hukuken tek bir seçenek kalıyor. O da dava açmak. Hakkı kendine verilmeyen ya da hakkı inkar edilen işçi Mahkemede işçilik alacak davası açmalıdır
  • İşçi Çalışma Bakanlığı’na şikayet yoluna başvurmak mümkünse de bu idari bir başvuru şekli olup mahkeme kararı gibi bağlayıcılığı yoktur. Bazen yanlış anlatım nedeniyle bu başvuru aleyhinize delil dahi olabilir.
Hangi davaları açabilirim ?
  1. İşyerinde belirsiz süreli iş akdi ile 6 aydan fazla süredir çalışıyorsanız; işveren vekili değilseniz ve işyerindeki çalışan işçi sayısı 30 ve üzeri ise İşe iade davası açabilirsiniz. Bu davayı işinize son verildiğini öğrendikten 30 gün içinde açabilirsiniz.
  2. İşyerinde 1 yıl ve üzeri çalışıyorsanız ve 4857 sayılı İş Yasası – 1475 sayılı yasanın 14. maddesindeki koşulları taşıyorsanız KIDEM TAZMİNATI DAVASI açabilirsiniz.
  3. İşyerinde çalışma süreniz ne olursa olsun belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışıp da işveren tek taraflı derhal sizi işten çıkarmışsa (yani önceden sizin işinize son vereceğini bildirmeden) İHBAR TAZMİNAT DAVASI açabilirsiniz.
  4. İşyerinde çalışırken sizden habersiz giriş çıkış yapılmışsa ve gün kaybınız varsa HİZMET TESPİT DAVASI açabilir sigortasız çalıştırıldığınız süreyi SGK hizmet dökümüne işlettirebilirsiniz.
  5. Ödenmeyen ücretiniz varsa, ÜCRET TAZMİN DAVASI açabilirsiniz.
  6. Kullanmadığınız izinlere ait YILLIK İZİN ÜCRETİ DAVASI açabilirsiniz.
  7. 23 Nisan, 19 Mayıs,1 Ocak,Ramazan ve kurban bayramlarında çalışmışsanız ULUSAL BAYRAM VE GENEL TATİL ÜCRETİ TAZMİN DAVASI açabilirsiniz.
  8. Ödenmeyen ikramiyeleriniz varsa İKRAMİYE TAZMİN DAVASI açabilirsiniz.
  9. İşyerinde cinsiyet,ırk,mezhep vs. gibi ayrımcılık nedeniyle işinize son verilmişse KÖTÜNİYET TAZMİNATI DAVASI açabilirsiniz.
  10. İşten kovulma sırasında hakarete vs. muhatap olmuşsanız , maddi kaybınız varsa MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI açabilirsiniz.
  11. Yukarıda sayılan ve sayılmayan başkaca dava türlerini iş davasında uzman avukatla birlikte açınız.
    Avukatlık kanunu 1. maddesine göre ‘Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder. ‘ 2.maddesine göre ‘Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.  Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder. Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. ‘
  12. Bu nedenle bağımsız yargının 3 kurucu unsurundan avukat ile işten ayrılma gününden dava açma, davanın bitimi  anına kadar danışarak hareket ediniz.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

İş Hukukunda Belirsiz Alacak Davası ve Şartları

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2015/22-1052
K. 2015/1612
T. 17.6.2015
* İŞÇİLİK ALACAKLARININ BELİRSİZ ALACAK DAVASINA KONU OLUP OLAMAYACAĞI (Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Dairesi Arasındaki İçtihat Farklılığı - Taraflar Arasında Çalışma Süresi Ve Ücret Miktarının Tartışmalı Olmasının Tek Başına Alacağı Belirsiz Hale Getirmeyeceği/Davada Bilirkişi İncelemesine Gidilmesinin Belirsiz Alacak Davasının Açılabilmesi İçin Yeterli Olmadığı/Şartları Bulunmadığı Halde Dava Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığında Davacıya Herhangi Bir Süre Verilmeden Hukuki Yarar Yokluğundan Davanın Reddi Gerektiği)

* İŞÇİLİK ALACAĞININ BELİRLİ OLUP OLMADIĞI KRİTERLERİ (İşçinin Davanın Açıldığı Tarihte Alacağın Miktarını Yahut Değerini Tam Kesin ve Objektif Olarak Belirleyebilmesinin Kendisinden Beklenemeyeceği Bir Durum Varlığı Gerektiği - Alacağın Değeri Veya Miktarının İşverenin Vereceği Bilgi Veya Tahkikat Aşamasında "Bilirkişiden Hesap Raporu Alınması Gibi" Belirlenebilecek Hale Gelmesi)
* İŞÇİLİK ALACAKLARI (Fark Ücret İle Fark İkramiye Alacaklarından Oluşan Davaya Konu Her Bir Alacak Bakımından Belirsiz Alacak Davasına İlişkin Ölçütler Uygulanarak Belirleme Yapılacağı - Şartları Bulunmadığı Halde Dava Dilekçesinde Davanın Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığı Durumda Davacıya Herhangi Bir Süre Verilmeden Hukuki Yarar Yokluğundan Davanın Reddi Yoluna Gidilmesi Gerektiği/Kısmi Dava Olarak Kabul Edilip Karar Verilemeyeceği)
* BELİRSİZ ALACAK DAVASI (Davacının Alacağının Miktar Veya Değerini Belirleyebilmesi İçin Elinde Bulunması Gerekli Bilgi Ve Belgelere Sahip Olmaması Ve Bu Belgelere Dava Açma Hazırlığı Döneminde Ulaşmasının da "Gerçekten" Mümkün Olmaması Ve Dolayısıyla Alacağın Miktarının Belirlenmesinin Karşı Tarafın Elinde Bulunan Bilgi Ve Belgelerin Sunulmasıyla Mümkün Hale Geleceği Durumlarda Alacağın Belirsiz Kabul Edileceği - Davada Bilirkişi İncelemesine Gidilmesinin Belirsiz Alacak Davasının Açılabilmesi İçin Yeterli Olmadığı/Davada Bilirkişiye Başvurulmasına Rağmen Davacı Dava Açarken Alacak Miktarını Belirleyebiliyorsa Belirsiz Alacak Davası Açılamayacağı)
* BELİRSİZ İŞÇİLİK ALACAĞI (Taraflar Arasında Çalışma Süresi Ve Ücret Miktarının Tartışmalı Olmasının Tek Başına Alacağı Belirsiz Hale Getirmediği - Davacının Ne Zamandan Beri Çalıştığını Veya Ücretinin Ne Kadar Olduğunu Bilmemesinin Hayatın Olağan Akışına Aykırı Olacağı/Davacı İşçinin Kendisinin Bilmediği Çalışma Süresini Tanıkların Bildiğini Veya Bilirkişinin Bileceğini Farzetmenin İspat Kurallarına da Aykırı Olacağı)
* KISMİ DAVA (İşçilik Alacakları/Alacak Belirli Veya Belirlenebilir İse Belirsiz Alacak Davası Açılamayacağı Ancak Şartları Varsa Kısmi Dava Açılabileceği - Davanın Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığından Şüphe Bulunmamasına Göre Kısmi Dava Olarak Kabul Edilip Sonuca Gidilmesinin Doğru Olmadığı/Davada Talep Edilen İşçilik Alacaklarının Belirsiz Alacak Olarak Kabul Edilemeyeceği)
* BELİRSİZ ALACAK DAVASI İLE KISMİ DAVAYA İLİŞKİN DÜZENLEMEDEKİ SINIR ( 6100 S.K. İle Birlikte Kabul Edilen Belirsiz Alacak Davası İle Kısmi Davaya İlişkin Yeni Düzenlemedeki Sınırın Tam Olarak Tespit Edilemediği/Bu İki Davanın Amacı ve Niteliğinin Ayrı Olduğu - Alacak Belirli veya Belirlenebilir İse Belirsiz Alacak Davası Açılamayacağı Ancak Şartları Varsa Kısmi Dava Açılabileceği)
* HUKUKİ YARAR ŞARTI / TAMAMLANABİLİR DAVA ŞARTI (Belirsiz Alacak Davası/Kısmi Dava - Şartları Oluşmadığı Halde Belirsiz Alacak Davası Açılması Halinde Eksiklik Süre Verilerek Tamamlanamayacağından Davanın Hukuki Yarar Yokluğundan Reddedilmesi Gerektiği Halde Kısmi Dava Olarak Kabul Edilip Karar Verilemeyeceği)
* TALEBİN MUĞLAK NİTELİKTE OLMASI (Belirsiz Alacak Davasının Amaç Ve Nitelik Olarak Kısmi Davadan Farklı Olması - Talep Türü Ve Davanın Niteliği Açıkça Anlaşılamıyorsa 6100 S.K. Md. 119/2 Gereğince Davacıya Bir Haftalık Kesin Süre Verilerek Talebinin Belirsiz Alacak Davası mı Yoksa Kısmi Dava mı Olduğunun Belirtilmesinin İstenmesi Gerektiği/Talep Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Açıklanmış Olmakla Birlikte Gerçekte Belirsiz Alacak Davası Şartlarını Taşımıyorsa Hukuki Yarar Yokluğundan Davanın Reddedileceği)
* TALEPLE BAĞLILIK İLKESİ (İşçilik Alacakları/Belirsiz Alacak Davası mı Kısmi Dava mı Olduğu - Davacı Vekilinin Talebinin Açıkça Belirsiz Alacak Davası Olduğu Halde Mahkemece Davanın Kısmi Dava Kabul Edilerek Karar Verilmesinin Doğru Olmayacağı/Somut Olay Bakımından Belirsiz Alacak Davası Şartlarının da Oluşmadığı)
6100/m. 24,26,107,109,119
ÖZET : I-) Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler aşamasında davacı vekilince verilen dilekçe ile işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı ile ilgili Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile 22. Hukuk dairesi kararları arasındaki içtihat farklılığının giderilmesi için İçtihatlarının Birleştirilmesi talebinde bulunulduğu, talebinin sonuçlanmasına kadar ertelenmesi talep edilmiştir. İçtihatların Birleştirilmesi talebinin Yargıtay Başkanlık Divanı tarafından henüz kabul edilip gündeme alınmamış olması nedeni ile görüşmelerin ertelenmesi talebinin reddine oybirliği ile karar verilmiştir.
II-) Uyuşmazlık; davanın kısmi dava mı, yoksa belirsiz alacak davası mı olduğu, fark ücret ile fark ikramiye alacaklarından oluşan alacakların belirsiz alacak türünde olup olmadığı buna göre davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
III-)1-) Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir.
Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
2-)Dava dilekçesinde, esasen çalışma süresinin kesintisiz olmasına rağmen işyeri kayıtlarında aralıklı gösterildiği, işverenin hileli işlemleriyle davacının aylık ücret miktarının ve ikramiye hakedişlerinin düşürüldüğü, toplu iş sözleşmesiyle getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı vakıalarına dayanılmış, işverenin sözkonusu işlemleri nedeniyle doğan fark aylık ücret ve fark ikramiye alacaklarının tahsili talep edilmiştir.
Öncelikle, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı tartışmalı ise de salt sözkonusu tartışmanın varlığı alacağı belirsiz hale getirmez. Keza davacı, çalışma süresini ve ücretini belirleyebilmektedir. Davacının ne zamandan beri çalıştığını veya ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi aynı zamanda hayatın olağan akışına da aykırıdır. Davacı işçinin kendisinin bilmediği çalışma süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farzetmek ispat kurallarına da hayatın olağan akışına da aykırıdır. Keza tarafın yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün değildir.
3-) Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
4-) Davacı vekili, dava dilekçesinin sonuç kısmında talep ettiği her alacak için bir miktar yazdıktan sonra parantez içinde “belirsiz” ibaresini kullanarak işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ayrıca yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde ise “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça beyan etmiştir. Davacı vekilinin talebinin açıkça belirsiz alacak davası olduğu halde mahkemece davanın kısmi dava kabul edilerek karar verilmesi doğru değildir.
Şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir.
DAVA : Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 1.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.12.2013 gün ve 2012/562 E.-2013/828 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22.Hukuk Dairesinin 04.03.2014 gün ve 2014/3767 E.-2014/4758 K. sayılı ilamı ile;
(... Davacı vekili, müvekkili işçinin davalıya ait işyerinde kesintisiz çalıştığını, davalı işverenin iş sözleşmesinin devam ettiği bir tarihte müvekkili işçiyi resmi kayıtlarda işten çıkmış gibi gösterdiğini, daha sonra ise kayden yeniden işe girişinin yapıldığını, muvazaalı işe girdi çıktı işlemlerinde işverenin amacının işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesiyle verilen ücret zamlarından işçiyi mahrum etmek ve yeni bir sözleşmeyle işe başlamış gibi göstererek işçi ücretlerinin asgari ücret seviyesine düşürülmesi olduğunu, kanuna karşı hile olan bu işlem sonucunda müvekkilinin ücretinin işyerine yeni girmiş bir işçi gibi asgari ücret seviyesine indirildiğini, toplu iş sözleşmesiyle getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı gibi ikramiye hakedişlerinin düşürüldüğünü, geçersiz sayılması gereken bu işlem nedeniyle doğan fark işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, fark aylık ücret ve fark ikramiye alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, öncelikle zamanaşımı def'ini ileri sürerek, davacı işçinin müvekkiline ait işyerinde çalışmasının aralıklı olduğunu, önceki dönem çalışması sonunda davacının serbest iradesiyle işverene dilekçe vererek iş sözleşmesini sonlandırdığını ve tüm haklarını alarak işvereni ibra ettiğini, daha sonra ise müracaatı üzerine tekrar işe başlatıldığını, davacı gibi diğer işçilere de işten ayrılışları sebebiyle ya ihbar sürelerinin kullandırıldığını ya da ihbar tazminatlarının ödendiğini, ayrıca kıdem tazminatlarının ve sair alacakların da eksiksiz olarak ödendiğini, taraflar arasında yapılan yeni sözleşme ve belirlenen yeni ücretten de sendikanın haberdar olduğunu, ne sendikanın ne de davacının ücrete herhangi bir itirazda bulunmadığını, davacının dava konusu alacaklara hak kazanmadığını, ayrıca davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107. maddesine göre,
"(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."
Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.
Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.
6100 sayılı Kanunun 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir; ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.
Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.
Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.
Zaman zaman, 6100 sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanunun 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.
Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ. maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir; aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur, böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanunun 119/1-ğ. maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2. maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 sayılı Kanunun 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmi dava için de sözkonusudur.
Mahkemece, dava dilekçesinde davanın açıkça belirsiz alacak davası türünde açıldığının belirtilmemiş olması gerekçesiyle, açılan dava, kısmi dava türünde kabul edilerek sonuca gidilmiştir. Ne var ki, dava dilekçesinde yer alan açıklama ve talep sonucundan davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, mahkemece de, tensip zaptında davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığına ilişkin ara karar tesis edilmiştir. Davacı vekilince de, bilirkişi raporunun sunulmasının ardından, 6100 sayılı Kanun'un 107/2. maddesine dayanılarak, talep miktarı artırımına ilişkin dilekçe sunulmuş ve davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı tekrar belirtilmiştir. Hal böyleyken, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı yönünde şüphe yoktur.
Somut olayın özellikleri dikkate alınarak, yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, davanın belirsiz alacak davası olarak açılabilmesi için gerekli şartların bulunup bulunmadığının değerlendirilmesine gelince;
Dava dilekçesinde, esasen çalışma süresinin kesintisiz olmasına rağmen işyeri kayıtlarında aralıklı gösterildiği, işverenin hileli işlemleriyle davacının aylık ücret miktarının ve ikramiye hakedişlerinin düşürüldüğü, toplu iş sözleşmesiyle getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı vakıalarına dayanılmış, işverenin sözkonusu işlemleri nedeniyle doğan fark aylık ücret ve fark ikramiye alacaklarının tahsili talep edilmiştir.
Öncelikle, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı tartışmalı ise de salt sözkonusu tartışmanın varlığı alacağı belirsiz hale getirmez. Keza davacı, çalışma süresini ve ücretini belirleyebilmektedir. Davacının ne zamandan beri çalıştığını veya ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi aynı zamanda hayatın olağan akışına da aykırıdır. Davacı işçinin kendisinin bilmediği çalışma süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farzetmek ispat kurallarına da hayatın olağan akışına da aykırıdır. Keza tarafın yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün değildir.
Diğer tarafdan davacı, dava konusu alacakların miktarlarının belirlenmesinde, işverenin elinde bulunan bilgi ve belgelere dayanmamakta, aksine işverence tutulan kayıtların muvazaalı olduğu gerekçesiyle nazara alınamayacağını iddia etmektedir. İşverenin maddi hukuktan doğan yükümlülüklerini (belge ve bordro düzenleme gibi) yerine getirmemesi, tuttuğu belgelerin gerçeği yansıtmaması, davadan önce işçinin alacaklarını inkar etmesi ya da ikrar etmekle beraber yerine getirmemesi davacıya kural olarak belirsiz alacak davası açma imkanını vermez. İşçi bu durumlarda dahi, alacağının miktarını veya değerini belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açamaz (Simil, s. 412).
Ayrıca, yukarıda da belirtildiği gibi, salt bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir.
Dava dilekçesinde, fark aylık ücret ve fark ikramiye alacakları hakkında, çalışma süresinin kesintisiz kabul edilmesiyle aylık ücret miktarının toplu iş sözleşmesi hükümlerine uygun şekilde esas alınarak yapılacak hesaplamayla, işverence öncesinde yapılan ödemelerin mahsup edilerek fark tutarların hüküm altına alınması talep edilmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere davacı, çalışma süresini, kendisine ödenen aylık ücret miktarını, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını ve kendisine işverence yapılan ödemeleri belirleyebilecek durumdadır. Bu haliyle, objektif dava birleşmesi şeklinde açılan eldeki davada, talep edilen işçilik alacakları belirsiz alacak değildir.
Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıya ait işyerinde kesintisiz olarak çalışan ve Toplu İş Sözleşmesinden ( TİS) yararlanan davacının işyerinde fiilen çalışmalarına devam ederken çıkış verildiği kısa bir süre sonra da aynı işyerine girişi yapılarak hileli girdi çıktı işlemine tabi tutulduğunu, TİS ile getirilen ücret zamlarından yararlandırılmadığı gibi almakta olduğu yevmiyesinden de mahrum bırakıldığını, işverenin maksadının kıdemli işçileri TİS ile verilen ücret zamlarından mahrum etmek ve yeni bir akitle işe başlamış gibi göstererek ücretlerini asgari ücret seviyesine düşürmek ayrıca kıdem süresini, parçalara bölerek kıdem tazminatını etkisizleştirmek olduğunu, yapılan muvazaalı girdi-çıktı işlem sonucunda ikramiye alacaklarının da tam olarak ödenmeyerek yıllık 120 yevmiye alacakları yerde 6x12=72 yevmiyeye düşürülerek mağdur edildiğini, ileri sürerek belirsiz alacak davası olarak işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
Davalı İşveren vekili, eski iş ilişkisinin tasfiye edilip yeni iş ilişkisi kurulduğunu, yanılma, aldanma veya korkutma sonucu oluşturulan işlemlerde bu durumun ortadan kalktığı tarihten itibaren 1 yıl içerisinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmeyen tarafın sözleşme ile bağlı olacağını, hak düşürücü süre yönünden davanın reddinin gerekeceğini, alacakların bir kısmının zamanaşımına uğradığını, HMK 107 ve devamı gereğince davacının eski yevmiyesini ve yeni yevmiyesini bildiğini, ikramiye sayısını da bilmekte olduğunu, bu durumda dava ettiği alacak miktarlarını hesaplaması mümkün ve kendisinden beklenebildiğini, bu davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılamayacağını, hukuki yarar yokluğundan dolayı davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece, işverenin fesih işleminin toplu iş sözleşmesinden yararlanmaya ilişkin düzenlemeleri dolanan, sadece görünürde bir işlem olduğu, taraf iradelerinin anlaşarak sözleşmeyi sona erdirme şeklinde olmadığı ve davacı işçi ile aynı durumdaki diğer işçilerin iş sözleşmelerinin kesintisiz devam ettiği kabul edilip, dava dilekçesinde davacı tarafından dava konusu alacağın belirsiz olduğunun belirtilmesi açılan davanın belirsiz alacak davası olduğunu göstermeyeceği, kısmi davaya konu edilen alacak da belirsiz alacak niteliğinde olması nedeniyle açılan davanın kısmi dava niteliğinde olduğu gerekçesiyle davalının ıslaha karşı zamanaşımı itirazı kabul edilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün taraf vekillerinin temyizi üzerine;
Özel Dairece, hüküm yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü temyize taraf vekilleri getirmiştir.
I-) Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler aşamasında davacı vekilince verilen dilekçe ile işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı ile ilgili Yargıtay 9. Hukuk Dairesi ile 22. Hukuk dairesi kararları arasındaki içtihat farklılığının giderilmesi için İçtihatlarının Birleştirilmesi talebinde bulunulduğu bu nedenle görüşmelerin İçtihatların Birleştirilmesi talebinin sonuçlanmasına kadar ertelenmesi talep edilmiş ise de İçtihatların Birleştirilmesi talebinin Yargıtay Başkanlık Divanı tarafından henüz kabul edilip gündeme alınmamış olması nedeni ile görüşmelerin ertelenmesi talebinin reddine oybirliği ile karar verilmiştir.
II-) İşin esasına gelince; direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın kısmi dava mı, yoksa belirsiz alacak davası mı olduğu, fark ücret ile fark ikramiye alacaklarından oluşan alacakların belirsiz alacak türünde olup olmadığı buna göre davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davası ile kısmi davadan bahsetmekte yarar bulunmaktadır:
Kısmi dava, alacağın yalnızca bir bölümü için açılan dava olarak tanımlanmaktadır. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir (Yargıtay HGK 02.04.2003 gün ve 2003/4-260 Esas 271 K. sayılı ilamı; Pekcanıtez; H./Atalay M./Özekes M.; Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s. 320; Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, s. 286).
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz konusu Kanunun yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 109.maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; İkinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte ikinci fıkra 01.04.2015 tarih ve 6644 sayılı Kanunun 4.maddesi ile yürürlükten kaldırılarak alacağın taraflar arasında tartışmasız ve belirli olup olmadığına bakılmaksızın kısmi dava açılması olanağı sağlanmıştır.
Belirsiz alacak davasına gelince, 6100 sayılı 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.
6100 sayılı Kanun'un 107. maddesine göre,
1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." düzenlemesi ile belirsiz alacak davasına yer verilmiştir.
Bilindiği gibi 6100 sayılı HMK'nın 24. maddesinde düzenlenen tasarruf ilkesi gereği davacı, davasını açarken, talep ettiği hukuki korumanın ne olduğunu açıkça ifade etmesi gerekmektedir (HMKm. 119/1 b. ğ). Dava dilekçesinde talep sonucunun bulunmaması durumunda, hakim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verecek, bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması halinde dava açılmamış sayılacaktır (HMK m. 119/2). Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu ve kısmi dava açmanın caiz olduğu durumlarda, davacı, talep konusunun sadece bir kısmı hakkında hüküm elde etmek üzere bir dava açabilir (HMK m. 109). Böyle bir durumda, mahkeme, davacının hakkının aslında daha fazla olduğunu tespit etse bile, taleple bağlılık kuralı gereği, davada talep sonucu olarak gösterilen miktarı aşacak şekilde karar veremez (Varol Karaslan, Medeni Usul Hukukunda Hakimin Davayı Aydınlatma Ödevi, Ankara 2013, s. 90).
Taleple bağlılık ilkesi, 6100 sayılı Kanunun 26. maddesinde düzenlenmiştir.Anılan Kanunun “Taleple Bağlılık İlkesi” başlıklı 26. maddesinde;
“ (1) Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.
(2) Hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olmadığına ilişkin kanun hükümleri saklıdır.” düzenlemesi yer almaktadır.
Açıklanan yasal düzenlemeler ışığında eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçimi açısından somut olay değerlendirildiğinde:
Davacı vekili, dava dilekçesinin sonuç kısmında talep ettiği her alacak için bir miktar yazdıktan sonra parantez içinde “belirsiz” ibaresini kullanarak işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir. Ayrıca yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde ise “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça beyan etmiştir. Davacı vekilinin talebinin açıkça belirsiz alacak davası olduğu halde mahkemece davanın kısmi dava kabul edilerek karar verilmesi doğru değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, dava dilekçesinde talep sonucunda kısmi miktar belirtilip yanına parantez içinde belirsiz kelimesini yazılmasının tahsil amaçlı belirsiz alacak davası açıldığı anlamına gelmeyeceği, davacının belirleyebileceği kadar miktarı belirlemediği ve kalan miktarı belirlediğinde artırım dilekçesi vereceğinin dava dilekçesinde açıklanmadığı, talep sonucuna göre de belirsiz alacak davası türlerinden olan kısmi eda külli tespit davası olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı için talep sonucuna göre kısmi dava olduğu anlaşılan davanın mahkemece baştan itibaren kısmi dava olarak görülmesi ve sonuçlandırılmasının doğru olduğu gerekçesi ile yerel mahkeme kararının onanması görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler kurul çoğunluğu tarafından belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir.
Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
  • SONUÇ : Taraf vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, 17.06.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

30 Haziran 2016 Perşembe

Trafik Kazaları ve Tazminat Davası

Trafik Kazaları ve Tazminat Davası : Ülkemizde, araç kullanan kişilere yeterli eğitim verilmemesi, trafik denetimlerindeki yetersizlikler, yollardan kaynaklanan kusur ve aksaklıklar, alkollü araç kullanımı, trafik kurallarına riayetsizlik gibi nedenlerden her gün yüzlerce maddi hasarlı, yaralamalı ve ölümlü trafik kazası olmaktadır. Trafik kazaları neticesinde, kazaya karışanların canı veya vücut bütünlüğü yanında, maddi olarak da zararlar meydana gelmektedir. Trafik kazaları neticesinde oluşan maddi – manevi zararların nasıl tazmin edileceği aşağıda dile getirilmiştir.
Ülkemizde sıklıkla meydana gelen ölümlü trafik kazaları neticesinde, vefat edenin yakınları için talep edilecek tazminat hakları aşağıda belirtilmiştir.
  • Destekten yoksun kalma tazminatı,
  • Cenaze ve defin giderleri,
  • Vefat edenin, vefatı anına kadar yapılan tedavi giderleri ve diğer masraflar,
  • Kazaya karışan aracın uğradığı hasara ilişkin maddi tazminat,
Destekten Yoksun Kalma Tazminatı
Trafik kazası neticesinde hayatını kaybeden müteveffanın yaşamı süresince destek olduğu ve vefat sonrasında bu destekten yoksun kalan kişiler için doğan maddi tazminata destekten yoksun kalma tazminatı denir. Destekten yoksun kalma tazminatını talep edebilecek kişiler;
  • Müteveffanın ailesi , (Ölenin Eşi, Anne, baba, çocuk ve kardeşler)
  • Ölen ile aralarında akrabalık bağı olmasa da, ölenden sağlığında destek aldığını ispat etmek suretiyle 3. kişiler de destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilirler.
Vefat Eden Çocuk İse Destekten Yoksun Kalma Tazminatı
Trafik kazası neticesinde, vefat eden çocuk ise, vefat edenin anne ve babası, çocuğun ileriki yaşlarında kendilerine destek olacağı nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep edebiliriler. Bu tazminat hesaplanırken, vefat eden çocuğun yaşı ile ileride destek olabileceği kişilerin yaşı ve diğer etkenler değerlendirilerek karar verilir.
Vefat Eden Kişinin Hastane Ve Tedavi Giderleri
Trafik kazası neticesinde hayatını kaybeden şahıs, vefatından önce tedavi görmüş veya ölenin yakınları tarafından tedaviye ilişkin başkaca masraflar yapılmışsa, yapılmış olan bu masraflar da maddi tazminat kapsamında, davalı taraftan istenebilir.
Vefat Edenin Cenaze Ve Defin Giderleri
Trafik kazası neticesinde hayatını kaybedenin cenaze ve defin giderleri de maddi tazminat kapsamında davalıdan talep edilecektir. Bu giderler;
  • Defin giderleri,
  • Cenazenin bir yerden bir yere taşınması için gereken zorunlu masraflar,
  • Kefen masrafı,
  • Yemek giderleri vb. giderlerdir.
Genellikle Mahkemelerce yapılan uygulamalarda, yukarıda sayılan giderler için maktu olarak belirlenmiş 1.000 TL – 2.000 TL arası bir rakam takdir edilse de, ölenin yakınları, mahkeme tarafından belirlenen bedelden daha fazla masraf yaptığını ispatladığı takdirde, Mahkemenin ispatlanan bedel oranında karar vermesi gereklidir. Trafik Kazaları ve Tazminat Davası
Ölümlü Trafik Kazası Manevi Tazminat
Ölümlü trafik kazası neticesinde vefat edenin , yakınlarının , ölüm nedeniyle yaşadığı üzüntü ve ıstırabın bir parça da olsa tatmin edilebilmesi amacıyla kanun koyucu tarafından öngörülmüş bir tazminat türüdür. Ölümlü trafik kazası nedeniyle talep edilen manevi tazminata ilişkin takdiri yasa koyucu münhasıran hakime vermiştir. Dosya Hakimi talep konusu maddi tazminata ilişkin karar verirken, dosyaya sunulan raporlar ve diğer maddi deliller doğrultusunda hareket etmek zorunda iken, ölümlü trafik kazası neticesinde manevi tazminat hususunda, hakim karar verme serbestisine sahiptir. Fakat bu serbesti , hakimin keyfi bir şekilde karar verebileceği anlamına da gelmemektedir. Dosya hakimi, davalı ve davacı tarafların sosyo-ekonomik durumları, ölümlü trafik kazasının ve bunun neticesinde gerçekleşen vefatın ilgililer üzerindeki etkisi gibi gerçekleri dikkate alarak hakkaniyete uygun bir tazminata hükmedecektir.
Yaralamalı Trafik Kazaları
Yaralamalı trafik kazalarında, kaza neticesi yaralanan kişinin yaşamı sürdüğü için destekten yoksun kalma tazminatı yoktur. Trafik kazası neticesinde kazadan etkilenen kişi,
  • Kaza dolayısı ile yapılan tedaviye ilişkin giderleri,
  • Kaza dolayısı ile hastanede veya evinde yattığı, tedavi gördüğü süreç içerisinde çalışamadığı için mahrum kaldığı gelirlerin tazminini isteyebilir.
  • Kaza nedeniyle yaşadığı elem ve ıstırap için yine manevi tazminat talep edebilecektir.
İş Göremezlik Tazminatı
Trafik kazası neticesinde yaralanan kişide uzuv kaybı, kısmi veya tamamen felç olma durumu veyahut ta meslekte belli oranlarda kazanma gücünü kaybedenler bu nedenlerden dolayı tazminat isteme hakkına sahip olacaktır.
Trafik Kazası Sonrası Araçta Meydana Gelen Maddi Zararlar
Trafik kazası neticesi, kazaya karışan araçtaki maddi zararlar da, trafik kazasında kusurlu olan şahıstan ve kusurlu aracın sigorta şirketinden talep edilebilecektir.

T
rafik Kazası Sonrasında Kime Karşı Maddi Tazminat Davası Açılır
  • Maddi Tazminat davalarında asıl davalı taraf , kusurlu aracın sürücüsüdür. Aracı kullanan şahıs rüşt sahibi değilse – çocuksa, akli melekeleri yerinde değilse vb.- bu şahsa velayeten velisine davanın yöneltilmesi gerekir.
  • Maddi Tazminat davalarında diğer davalı, aracın işleteni olan şahıs veya kurum olacaktır. Trafik kazasını yapan kişi ve aracın ruhsat sahibi farklı kişiler ise, dava hem kazayı yapan şahsa hem ruhsat sahibine karşı açılabilir. Önemle belirtmek gerekir ki, sadece aracın ruhsat sahibi olmak, davalı olmak için yeterli değildir. Kazaya karışan araç eğer gerçekten ruhsat sahibinin fiili tasarrufunda ise dava ruhsat sahibine de açılacaktır. Ancak ruhsat sahibi aracı farklı bir şahsa veya kuruma noter kanalıyla satışını yapmış ancak henüz trafikte devir yapılmamışsa o zaman davanın muhatabı aracı noter kanalıyla satın alan ve fiili tasarrufuna alan şahıs olacaktır.
Trafik Kazalarında Sigorta Şirketlerinin Sorumluluğu
Trafik kazası neticesinde açılacak maddi tazminat davalarında, kusurlu tarafa ait aracın Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası kapsamındaki trafik sigortası, kaza neticesinde meydana gelen maddi zararları (kazaya karışan) sigortalı ile birlikte müştereken ve müteselsilen ödemek zorundadır. Sigorta şirketinin sorumluluğu, sigorta poliçesinde belirtilen rakamla sınırlıdır. Halen Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası kapsamındaki poliçe miktarları 100.000 TL ile 175.000 TL arasındadır. Bu nedenle, trafik kazası neticesinde meydana gelen zarar 300.000 TL olsa bile , sigorta şirketi poliçede belirtilen rakamla sorumlu olacaktır. Genellikle sigorta şirketleri meydana gelen trafik kazası dolayısı ile sadece maddi zararlardan sorumlu olup manevi zararlardan bir sorumluluğu söz konusu değildir. Fakat poliçede, sigorta şirketine manevi tazminat için ekstra bir prim ödenmiş ve manevi tazminat da poliçe kapsamına alınmış ise, sigorta şirketi manevi tazminat konusunda da sorumlu olacaktır.
Trafik Kazasına Karışan Kusurlu Araç Sigortasız İse
Kanun gereği, trafiğe çıkan tüm araçların Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası yaptırması şarttır. Bu sigortayı yaptırmayan kişiler için idari para cezası uygulanmaktadır. Fakat buna rağmen, Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası yaptırmayan ve kazaya karışan araç ile ilgili nasıl bir işlem yapılacaktır. Bu durumda kanun gereği “Güvence Hesabı” adı verilen fon oluşturulmuştur. Trafik kazası neticesinde maddi zarara uğrayan kişi, bu zararını, kusurlu tarafın sigortacısı olarak Güvence Hesabına dava açmak yolu ile tahsil edecektir. Güvence Hesabı’nın trafik kazası nedeniyle oluşan maddi zararlara ilişkin sorumluluk sınırları kanun ile düzenlenmiştir.
Trafik Kazasında Kusurlu Taraf (Kazaya Neden Olan ve Çarpan Kişi) Belli Olmadığı Takdirde
Çarpanı belli olmayan trafik kazalarında, zarara uğrayan taraf, uğramış olduğu maddi zararların tazmini için yine Güvence Hesabına başvurabilir ve uğramış olduğu zararların tazminini buradan talep edebilir.
Trafik Kazalarında Tazminat Hesabı
Trafik Kazasında Kusur ve Tazminat Hesabı
Trafik kazası nedeniyle hesaplanacak maddi tazminat kusur oranına göre değerlendirilir. Örneğin kaza neticesinde meydana gelen 100.000 TL lik maddi zararda, kazaya karışan araçlardan birisi %70 , diğeri %30 kusurlu ise, %70 kusurlu olan taraf, kusurlu aracı işleteni ve sigortacısı 70.000 TL oranında sorumlu olacaktır.
Tazminat Hesaplamalarında Evlenme İndirimi
Ölümlü trafik kazası neticesinde, eşini kaybetmiş olan tarafın, ileride tekrar evlenebilme ihtimalleri ve tekrar evelnme neticesinde, evlenecekleri kişilerden sağlayacakları desteklerden ötürü, hesaplanacak olan tazminattan belli oranlarda indirim yapılmaktadır. Yapılan hesaplamada Mahkemeler AYİM’nin vermiş olduğu bir kararda uyguladığı kriterleri dikkate alarak buna göre hesaplama yapmaktadır.
AYİM (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) tablosuna göre; kocası vefat eden bir kadının evlenme şansı
17-20 yaş arası % 52
21-25 yaş arası % 40
26-30 yaş arası % 27
31-35 yaş arası % 17
36-40 yaş arası % 9
41-50 yaş arası % 2
51-55 yaş arası % 1
Yukarıdaki yüzdeler, çocuksuz eşler için olup, AYİM uygulamasında 18 yaşından küçük her çocuk için % 5 indirim yapılmaktadır.
AYİM (Askeri Yüksek İdare Mahkemesi) tablosuna göre; Karısı vefat eden bir erkeğin evlenme şansı
17-20 yaş arası erkekler % 90
21-25 yaş arası erkekler % 70
26-30 yaş arası erkekler % 48
31-35 yaş arası erkekler % 30
36-40 yaş arası erkekler % 15
41-50 yaş arası erkekler % 4
51-55 yaş arası erkekler % 2
Sermaye Payı İndirimi: Hesap edilen tazminat miktarından SGK tarafından ödenen bir sermaye payı ödencesi var ise bu da tazminattan indirim sebebi sayılmaktadır.

29 Haziran 2016 Çarşamba

Mirasçılık, Miras Payları ve Miras Sırası

Mirasçılık sırası,

1. Geride çocuklar ve eş kalmışsa;eşin payı 1/4 'tür.(Çocukların yerini o çocuktan olan torunlar alır.)
2. Geride çocuk olmayıp mirasçı olarak anne baba ve eş kalmışsa; eşin payı 1/2'dir.(Ölen anne babanın yerini o anne babadan olan kardeşler alır.)
3. Geride anne baba ve kardeş de yoksa, büyükanne ve büyükbaba mirasçı olur.Bu durumda eşin payı 3/4'tür.(Ölen büyükanne ile büyük babanın yerini dayı, amca, hala, teyze alır.) Ölen amca, dayı, hala, teyzenin payı ondan olan çocuklara kalır.)
4. Bu akrabaların hiçbiri yoksa eş mirasın tamamını alır.
5. Eğer geride eş de yoksa miras devlete kalır.

Dolayısıyla kimlerin mirasçı olacağı ölüm sırasında kimin hayatta olduğuna bağlıdır.

Adam vefat ettiğinde kadın hayattaysa kadının mirasından payını alır, kadının aldığı pay daha sonra kendi mirasçılarına kalır. Adamın akrabalarına değil.

Kadın vefat ettiğinde adam hayattaysa adamın mirasından payını alır, adamın aldığı pay daha sonra kendi mirasçılarına kalır. Kadının akrabalarına değil.

Yani gelin veya damat, kayınvalidesine veya kayınpederine mirasçı olmaz.
Ama kayınvalide veya kayınpeder oğlu veya kızı hayattayken vefat ederse, mirası önce oğluna veya kızına kalır. Oğul veya kızının vefat etmesiyle oğul veya kıza geçen mirasın bir kısmı gelin veya damada geçebilir.



Kardeşiniz evlenmesi halindede bu mallara birşey olmaz yani evleneceği kişi bu mallar üzerinde ilerde ayrılıkta olsa hak idda edemez.Cünkü bu mallar üzerinde evleneceği bayanın bir kazanılmış hakkı bulunmamaktadır.

AYRICA;kardeşiniz evlenirken eşi ile mal ayrılığı rejmini secerse evlilik boyunca elde ettikleri mal kendilerinin olup bir birlerinin malında hak idda edemezler.





Doğrudan doğruya Kanun’dan doğan miras hak­kına sahip olan aşağıda gösterilen mirasçılardır.

1. Mirasbırakanın hısımları:

a) Kan hısımları (TMK. m: 495 – 498).

b) Evlatlığı ve altsoyu (TMK. m: 500).

2. Mirasbırakanın Eşi (TMK. m: 499).

3. Devlet (TMK. m: 501).

Kan Hısımlığına Dayanarak Yasal Mirasçı Olanlar

1. DERECE (ZÜMRE) MİRASÇILARI

Miras bırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur (TMK. m: 495/1).

Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar (TMK. m: 495/II).

Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların ye­rini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır (TMK. m: 495/3).

2. DERECE (ZÜMRE) MİRASÇILARI

Altsoyu bulunmayan mirasbırakanın mirasçıları, ana ve babasıdır. Bunlar eşit olarak mirasçıdırlar (TMK. m: 496/1).

Miras bırakandan önce Ölmüş olan ana ve babanın yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır (TMK. m: 496/2).

Bir tarafta hiç mirasçı bulunmadığı takdirde, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır (TMK. m: 496/III).

3. DERECE (ZÜMRE) MİRASÇILARI

Altsoyu, ana ve babası ve onların altsoyu bulun­mayan mirasbırakanın mirasçıları, büyük ana ve büyük babalandır. Bunlar, eşit olarak mirasçıdırlar (TMK. m: 497/1).

Miras bırakandan önce ölmüş olan büyük ana ve büyük babaların yerlerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır (TMK. m: 497/2).

Ana veya baba tararından olan büyük ana ve büyük babalardan biri altsoyu bulunmaksızın mirasbırakandan önce ölmüşse, ona düşen pay aynı taraftaki mirasçılara kalır (TMK. m: 497/III).

Ana veya baba tarafından olan büyük ana ve büyük babaların ikisi de altsoyları bulunmaksızın miras bırakandan .önce ölmüşlerse, bütün miras diğer taraftaki mirasçılara kalır (TMK. m: 497/IV).

Sağ kalan eş varsa, büyük ana ve büyük baba­lardan birinin mirasbırakandan önce ölmüş olması ha­linde, payı kendi çocuğuna; çocuğu yoksa o taraftaki büyük ana ve büyük babaya; bir taraftaki büyük ana ve büyük babanın her ikisinin de ölmüş olmaları halinde onların payları diğer tarafa geçer (TMK. m: 497/V).

Evlilik Dışı Hısımların Mirasçılığı

Baba yönünden evlilik dışı çocuğun mirasçı olabil­mesi için 2 şart vardır:

a) Çocuk evlilik dışı doğmahdır.

b) Çocuk ile baba arasında soybağı kurulmalıdır.

Evlilik dışında doğmuş ve soybağı, tanıma veya hakim hükmüyle kurulmuş olanlar, baba yönünden ev­lilik içi hısımlar gibi mirasçı olurlar (TMK. m; 498).

Evlatlığın Mirasçılığı

Evlatlık ve altsoyu, evlat edinene kan hısımı gibi mi­rasçı olurlar. Evlatlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder (TMK. m; 500).Evlat edinen ve hısımları, evlatlığa mirasçı olmazlar.

Sağ Kalan Eşin Miras Hakkı (TMK. Md 499)

Sağ kalan eşin miras alması için, mirasbırakanın ölümü anında Onunla evlilik bağının mevcut olması ve bu bağın mirasbırakanın ölümü anında sona ermiş olması gerekir.

Boşanmış eş miras alamaz. Ancak, sadece Boşanma Davası açılmış olması mirasa engel değildir.

Boşanma Davası kesinleşmeden eşlerden biri ölürse sağ kalan eş yine mirasçı olur. Çünkü Boşanma Davası ölümle düşer. Ancak boşanma sebebi cana kast ise bu eşin mirasçılığına engeldir (TMK. m: 578/1).

Ayrılık Kararından (TMK. m: 170 – 172} dolayı aynı yaşadıkları dönem içinde ölen eşe, diğeri mirasçı olur. |

Butlan Davası devam ederken ölen eşe, diğeri mirasçı olur.

Sağ kalan eşin, ölen eşinin malvarlığı üzerinde birbirinden farklı 2 temel hakkı vardır.

a) Eşler arasında Yasal Rejim olan Edinilmiş Mallara; Katılma Rejimi (TMK. m: 218 vd.) varsa, katılma ala­cağı ve değer artış payı alacağını diğer mirasçılardan talep hakkı doğar.

Her eş veya mirasçıları, sözleşmeyle başka bir esas belirlememişlerse (TMK. m: 237), diğer eşe ait artık değerin yansı üzerinde hak sahibi olur (TMK. m: 236).

Eşlerden birinin ölümü halinde Tereke mallan arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras hakkına mahsuben mülkiyet tanınmasını isteyebilir (TMK. m: 652, 240).

Ölen eşin kişisel mallan üzerinde ve Edinilmiş Mallar Rejiminden ölen eşe düşen artık değer Tereke ola­cağı için, mirasçı eşin bunlar üzerinde miras payı vardır (TMK. m: 220, 221}.

b) Sağ kalan eş, birlikte bulunduğu zümreye göre mirasbırakana aşağıdaki oranlarda mirasçı olur:

1. Mirasbırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olur­sa, mirasın dörtte birini (1/4) alır. 1. Zümre mirasçı­larına 3/4 hisse kalır.

2. Mirasbırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasçı olursa, mirasın yansım (1/2) alır. II. Zümre mirasçılarına 1/2 hisse kalır.

3. Mirasbırakanın büyük ana ve büyük babalan ve onların çocuklan ile birlikte mirasçı olursa, mirasın dörtte üçünü (3/4) alır. Derece başlan ve çocuklarına 1/4 hisse kalır.

Bunlar da yoksa mirasın tamamı eşe kalır.

Devletin Mirasçılığı

Mirasçı bırakmaksızın ölen kimsenin mirası Devlete geçer (TMK, m: 501)

Saklı Paylı Mirasçılar

Saklı Paylı (Mahfuz Hisseli) mirasçılar, mirasbıra­kanın altsoyu, baba ve anası, kardeşleri ve eşidir (TMK. m: 505).

Saklı Paylar, mirasbırakanın ölüme bağlı bir tasar­rufla ortadan kaldırması mümkün olmayan Kanunî mi­ras payıdır.

Saklı Paylar (TMK. m: 506)

1. Altsoy için yasal miras payının yansı (1/2),

2. Ana ve babadan her biri için yasal miras payının dörtte biri (1/4),

3. Kardeşlerden her biri için yasal miras payının sekizde biri (1/8),

4. Sağ kalan eş için:

Altsoy veya ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde yasal miras payının tamamı (4/4),

Diğer hallerde yasal miras payının dörtte üçü (3/4).